Sevgili dostlar, önceki gün 17.00 sularında Ankara'da başlayan Afganistan programı ile ilgili sıkıntı beni yeniden blog yazmaya itti desem sanırım bu yazıya doğru bir başlangıç yapmış olurum. İsterseniz gelişmeleri şöyle aktarayım.
Açıkçası Ankara'nın belki de en sıcak günlerinden biri olan 14'ünde Dışişleri Bakanlığı'ndan gelen bir faks iletisi beni oldukça heyecanlandırmıştı. Çünkü çok uzun süreden bu yana, Afganistan'a gelmek için bir fırsat kolluyordum ve çok yakın çalıştığımız sevgili Dışişleri Bakanlığı'nın bizi Kabil'e, Vardak'a, Cevizcan'a götüreceği bir program düzenlediğini öğrendiğimde son derece sevindim.
Ve belki de faks iletisinin gelmesinin 5 dakika ardından 2 günlük olduğunu sandığım Afganistan seyahati için bakanlığa akreditasyonumu yaptırdım.
Sadece Afganistan'ı yıllar sonra görmekle kaymayacak, ülkenin belki de kaderini belirleyecek olan Kabil zirvesini yerinde izlemek gibi, bir gazeteci için çok önemli bir sürece bizzat katılacaktım. Ancak aynı gün gelen ikinci bir telefon açıkçası biraz garibime gitti.
Telefon Dışişleri Bakanlığı'ndandı ve 20 Temmuz'da gerçekleşecek Kabil zirvesi için Temmuz'da Afganistan'a götürüleceğimizi söylüyordu. Bu ise sevindiğim ikinci unsur oldu. Çünkü erken gitmek demek, halkla biraz daha yakından vakit geçirip ülkede ne olup ne bittiğini görmem için bana biraz daha fazla şans verecekti. Ancak gelen 3. telefon beni hem şaşırttı hem de kaygılandırdı. Dönüş tarihimiz de 23 Temmuz olarak bildirilmişti bize. Yani 20 Temmuz günü düzenlenecek zirveden 3 gün önce Kabil'e gelip, 3 gün sonra Ankara'ya dönecektim. Üstelik yolculuğun güzergahı da bir o kadar enteresandı: "Ankara-İstanbul-Dubai-Kabil"...
Gelelim, ziyaretin başladığı 17 Temmuz gününe. Yazının başında da belirttiğimiz gibi Ankara'nın en sıcak Cumartesilerinden birinde saat 17.00 uçağına yerleşmek üzere heyette yer alan gazeteci ve diplomat arkadaşlarımızla anlaştığımız gibi 15.45 sularında Ankara Esenboğa Havalimanı'nda olduk. Hava oldukça açık ve güzeldi. Ancak uçağımız "kaptanın deyimiyle" operasyonel nedenlerle 18.15 civarında havalanabildi. Dolayısıyla İstanbul'a varışımız biraz ilginç oldu. Dubai'ye gidecek olan 20.15 uçağımıza ucu-ucuna yetişebildik.
Ancak neyse ki yetiştik derken, uçak İstanbul'dan kalkmakta pek nazlı davrandı. Bu kez de hava trafiği nedeniyle saat 21.15 sularında havalanabildik. Bu da bizim Dubai'den kalkacak olan uçağımıza biraz gecikmemize neden oldu.
Vee kayışın koptuğu an bu an gerçekleşti. Uçağa ucu ucuna yetişmişken, ilk önce bavullarımızı bulamadığımızı farkettik. Ardından ikinci ve daha büyük darbe geldi ki, 3 güzide meslektaşımız yerleri ayırtılmış biletleri alınmış olmasına karşın uçağa alınmadı. Niye nedir dedik anlatamadık... Jetonun köşeli olduğu kesin de olsa, 3 arkadaşımızı ve bavullarımızı dışişlerindeki arkadaşlarımızın da hallederiz telkiniyle geride bırakarak uçağa bindik.
Sabah büyükelçilik yetkililerimizce karşılandık. Baya baya 6 arabadan oluşan silahlı konvoyla otelimize götürüldük. Daha sonra da program brifingi için Kabil'deki Türk kalesi diyebileceğimiz Büyükelçiliğe geçtik.
Büyükelçik çalışanlarımız ve Büyükelçi Basat Öztürk'ün neşeli tutumu biraz olsun moralimizi düzeltti diyebilirim. Kabil programının ilk gün olmasına ve onca yorgunluga karşın, ilk günkü program oldukça tatmin ediciydi.
BM'nin Afganistan Temsilcisi De Mitsura'nın da Türk gazetecileri 10 dakikalığına da olsa kabul etmesi, Afganistan'a onca sıkıntıya karşın gelmenin karşılığını şimdiden verdi diyebilirim.
Arkadaşlarımız dün öğlen saatlerinde Kabil'e geldi. Bavullarımız ise hala yok...
Ayrıntıları paylaşmaya devam edeceğim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder