17 Nisan 2011 Pazar

Pembe panjurluyla devr-i alem...

Geçtiğimiz hafta, 5 Nisan'da bir vesileyle Libya operasyonunun en yoğun olarak tartışıldığı yer olan Belçika'daki NATO karargahına gitme fırsatı buldum.

Burada Libya operasyonu ile ilgili ayrıntıları, kimin kaç uçak, gemi, denizaltıyla operasyona katıldığını; hangi NATO müttefikinin pakta haber vermeden el altından nasıl "maddi" destek yaptığını, ne tür silahları Libyalı isyancılara verdiği gibi bilgileri de öğrenme fırsatımız oldu. 4 gün süren ekstra kapasiteli bilgilendirme turunda, 7 ülkedeki önemli yayın organlarından gelen 7 gazeteciydik. Bu arkadaşların isimlerini vermeyeceğim. Ancak, ülkelerinin Almanya, Avusturya, Finlandiya, Macaristan, Bulgaristan ve Gürcistan olduğunu da söyleyelim...

Belçika'dan Cumartesi (9 Nisan) ayrıldım ve Ankara'ya Pazar'a bir kaç saat kala ulaştım. Pazar günü bir yandan yazacaklarımın heyecanı, bir yandan operasyon karargahına giren 7 gazeteciden biri olmam ile ilgili düşünceler içerisinde gidip gelirken, Gece 22.40 civarında telefonum çaldı.

Karşıdaki ses sevdiğim eski bir meslektaşıma aitti ve bana, "Bakan Ahmet Davutoğlu yarın sabah 8.00'da 5 günlük bir tura çıkıyor. Gelir misin?" diye soruyordu. Hemen gerekli temasları kurup bu "cömert" teklife tamam dedim. İnteraktif ortamda bu geziyle birlikte, "pembe panjurlu" adı ile anılmaya başlanan, küçük ama cesur GAP uçağıyla yolculuk edecektik.

Sabah 3 gazeteci Esenboğa Havalimanı'nın küçük VIP Salonunda biraraya gelip, Bakan Davutoğlu'nu beklemeye koyulduk.

En başından, bizden tüm temaslar boyunca yardımlarını esirgemeyen diplomatlarımıza çoook ama çok teşekkür edelim. Sonra unutmayalım da...

Efendim, ilk durağımız, Macaristan oldu. Ülke pek bir başarılı.. Buda ve Peşte'yi bir bıçak gibi ortadan ayıran ve üzerinde 12 köprü bulunan başkent, tadından yenmiyor. Budin kalesi tek kelimeyle harika ötesi.. Muhteşem Süleyman dizisindeki gibi, küçücük bir kale de değil. Tam anlamıyla içinde bir şehir barındırıyor. Kaleye giden yolun adı ise çok dikkat çekici: "Kemal Atatürk Caddesi". Kentte, Yüzlerce yıl Macaristan'ı yöneten Türklerden geriye kalan 3 önemli "iz" bulunuyor. İlki Gülbaba Türbesi. Çok iyi korunmuş. İkincisi, kale içindeki Osmanlı mezarlığı.. 4-5 tane mezar taşı vardı. Davutoğlu, bu mezarlığın restore edilmesi için büyükelçiye direktif verdi. Üçüncüsü de Kemal Atatürk caddesi. Bunun dışında ülkede Avusturya etkisinin hakim olduğunu söylemek mümkün.

Şimdi diyeceksiniz ki ne çok gezmişsiniz. Ancak tam olarak böyle değil çünkü tüm sözünü ettiğim yerleri yaklaşık 1 saat içinde üstünkörü gezme şansımız oldu.

Tabii şunu da eklemek isterim BudaPeşte de, İstanbul, Ankara, İzmir'in yanında en az bizim "pembe panjurlu GAP uçağımız" kadar küçük. Eğer tatil için düşünüyorsanız. Balkan turunun son 2 gününü burada geçirerek her yeri gezebilirsiniz.

Macaristan'da bir gece konakladıktan sonra bir sonraki durağımız, Başbakan'ın seçim startını verdiği Fransa'nın Strazbourg kenti oldu. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde, Başkan Mevlüt Çavuşoğlu'nun konuğu olduk. Ancak buradan Mevlüt Bey'e bir mesajım olacak: AKPM kapısında duran güvenlik görevlileri ve banko memurlarının İngilizce bilenler arasından seçseniz iyi olacak. "We are journalists with Turkish delegation" diyoruz. Mal gibi yüzümüze bakıyorlar. Tek bildikleri ise, "Come tomorrow" oluyor. Be Fransız arkadaşlar, kardeşler, azıcık çaba gösterin, biliyorsunuz da mı konuşmuyorsunuz anlamıyoruz ki?

Strazbourg'ta kısa bir süre kalıp, Başbakan'ı Strazbourg'taki havalimanında karşıladıktan sonra, kendimizi yine yollara vurduk. Bu kez rota Katar'dı.

Ancak rota hiç de istediğimiz gibi gitmedi. Başbakan'ın kocamaaaan Boing'ini gören bizim Pembe panjurlu, elektrik yüklü bulutları ve kum fırtınasını görünce, 7 saatlik yolculuğun ardından, üstelik sabaha karşı 5.00'da, Katar'ın başkenti Doha'ya inmek istemedi. Sarsıntılar sırasında, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun ekibini ve gazetecileri sakinleştirme çabası ise, şahsen benden 10 puan aldı. Davutoğlu, sarsıntılar iyice artınca, yanımıza gelerek, ilk önce "Korktunuz mu?" diye sordu. Ses çıkmayınca, korktuğumuzu anlamış olacak, "Korkmayın, ara ara olur böyle şeyler şimdi ineriz" diyerek koltuğuna geri döndü.

Dışişleri personeli sarsıntılar devam ederken, pilotlardan bilgi almaya gitti ve ilk önce "sürpriz Bahreyn'e iniyoruz" anonsu geldi. Bahreyn semalarında bir süre dolaşmamıza müteakkip, buraya da inemedik. ikinci anons ise, "benzinimiz bitiyor" ile geldi. Davutoğlu'nun sakinleştirmesi de bir yere kadar değil mi?..

Biz de sakinleştiricinin gazıyla, Kadar yerine Suudi Arabistan'a inmemize sevindik tabii...

Ardından, Doha'ya, Katar'ın başkentine, alçaktan alçaktan uçarak geçtik. Burada karşılaştığımız sürpriz şahsen beni oldukça sevindirdi. Ankara'dan diplomasi muhabiri arkadaşlarımız Sibel ve Nev Bahar da Katar'daydı.. Bize birer Türk kahvesi ısmarladılar.

Katar'da Libya Temas Grubu toplantısı vardı. Görünürde güvenlik süperdi. Her yerde, beyaz fistanlı Katar polisi dolaşıyordu. Ancak tüm xray cihazları çıldırırcasına çalsa da kimsenin umrunda olmuyordu. Bu bütün zirveden en çok gözüme çarpan şey oldu. 2.si de, Rasmussen'in "Türk gazeteciyse soruları yanıtlarım", diyerek yanımıza gelmesi oldu.

Katar'da da kalmadık, gecesine ve koşarcasına, tekrar pembe panjurluya koştuk. Yeni rota çok kısa bir süre için Ankara oldu. Evimizde kapımızda bir gece uyuduk. Ardından, hooop, yeniden GAP'a koştuk ve Almanya'ya geçtik. Burada NATO zirvesini izledik ki, bence son yılların en önemli toplantılarından biriydi.

İşte böylece 10 günde mini bir devr-i alem'i tamamlamış olduk.

Kalın sağlıcakla...

Hiç yorum yok: